27 Mayıs 2016 Cuma

TANRI SOPASI

TANRI SOPASI

Büyük bir bahçesi vardır zenginin,
İçinde alâsı vardır, her türlü meyvenin.
Bir hırsız girer bahçeye, çıkar dala,
Meyveleri kopartır, dalları yola yola.
Sahibi görür bunu ;
     Ne yapıyorsun be adam!
İzin mi aldın, yoksa sana mı kaldı babandan.
     Ne kızarsın arkadaş, şu Alladın bağından  
Canım çekti, biraz meyve aldım ağaç dalından. Eğer bu suç ise, bilmem arkadaş,
Ama ben istediğimi yaparım kardaş.
Dalı da kırarım, meyveyi de yerim,
Her şey Allahındır, sana ne derim.
Adam hizmetçilerini çağırır;
Gelin, şu adamı şu dallardan indirin.
Adam indirilir daldan, elleri bağlanır,
Etraftan bir odun parçası da sağlanır.
Vurulur adamın kaba etlerine,
Pişman olur söylediği o sözlerine.
Yalvarmaya başlar, ağam etmeyin,
Affedin de bir daha böyle bir şey yapmayım.
Mal sahibi:
     Yok arkadaş her şey Allahın,
Sopada, sopayı vuranda, o ulu şahın.        Öyle ise neden karşı çıkarsın sopaya

Demek ki Allah öyle emretti bu kula.

HADİ BE..,

HADİ BE..,

Bir akşam asortik bir bayan otele girer,                                        Bana bir oda veriniz der’
– Hanımefendi odamız kalmadı, inanın
Biraz öncede eli boş döndü gelen adamın,
– Ben oda istiyorum, gidemem başka yere,
Zaten zor güç gelebildim bu otele,
                         – Üzüldüm hanımefendimize yardımcı olamadım,
                                 Otelimde size göre bir yer bulamadım,        
                            Hanım bağırır ;bir oda istiyorum,
                          Anlasanıza,başka yere gidemem diyorum.
                         Bu gürültüye yan odadan bir bey çıkar,
Kapıyı kapatmadan onlara bakar.
                        – Nedir bu gürültü,neden bağırıyorsunuz,
                        Müşterileri neden rahatsız ediyorsunuz?
                               Otelci der; Hanımefendi bir oda istiyor,
                         İllaki bu otelde kalacağım diyor,
                         Oysa odamız kalmadı diyorum,
                         Üst üste yeminler ediyorum.
Açık kapıdan hanımın gözü kayar içeriye,
                  – Zorunluyum gidemem, başımı koyayım şu kanepeye.
                 – Bakınız efendim,oda bu beyefendînin,
                       Oda bugün ona ait, her şey kendinin.
                    – Eğer Beyefendi isterse yatarsınız orada,
                       Başkaca bir seçeneğimizde yok burada.
                        –  Adam; Buyrun hanımefendi,bu akşam konuğum olun,
                      Eğer rahatsız olmazsanız, burada kalın.
                       İçeri girilir,ürkekçe,yavaşça,
                       Oturulur,sohbet edilir hoşça.
                   – Hanımefendi siz şu yatakta yatın,
                      Ben şu kanepede yatarım,siz rahatınıza bakın,
                  –  Olur mu Beyefendimiz yatağınızda yatın,
                    Koltukta yatmak elbette benim hakkım.
                      Tartışılır böylece,yok san,yok ben,
                  –  Kadın öneri getirir; yatalım ikimiz birden.
                     Adam bu öneriyi kabul eder,
                  – Yatağın şu yanında siz, şu yanında ben yatalım der.
                    Adam eline bir yastık alır koyar ortaya,
                     Sırtını döner iyi geceler der,uyur doya doya.
                     Sabah kalkılır,birlikte çorba içilir,
       Çorba içilirken,kimsin nereye gidiyorsun diye sohbet edilir,


Sorar bayan
Beyefendi yolculuğunuz nereye,
  Adam der ki  gidiyorum falanca yere,
O zaman bende arkadaş olayım size,
Birlikte yolculuk yapalım, göz göze,
Kabul eder adam,Spor üstü acık arabaya binilir,
Hızla yola çıkılır, aynı hızla gidilir,
                   
Asortîk bayanın başından şapkası uçar,
Yolun kenarındaki bir çitin arkasına düşer.
Adam hemen durur,geri geri gider,
Bayan neden geri gittiğini sorar, merak eder,
Adam der;
    Düşen şapkanızı alacağım,
Sonra da yoluma tekrar koyulacağım.
– Ama çitin arkasına düştü şapkam,
Sen onu oradan nasıl alacan?
– Atlayıp alacağım ordan şapkanı,
Yoksa çitten öte ben atlayamam mı?
    On santim yastığı bir gecede atlayamadın öte yana,
– Hadi be sende...Nasıl atlayacaksın bir metre çiti, şaştım buna.

SABIRLA KORUK

SABIRLA KORUK

Sırçalı okulunda görev yapıyorum,
Eski ve harap olan okula içim burkularak   bakıyorum,
Yozgat Vali ligine bir kaç kez baş vurduk,
Çatı akıyor,okul harap dedik.
Sonunda onarım çıktı, bunu bir taşerona verdi,
Çar çabuk bitireceksin burayı dendi
Bu işi yapan Sırçalı dan bir arkadaş,
O da çalışmaya başladı yavaş yavaş,
- Aman gözünü seveyim hızlandır biraz,
Biliyorsun okullar açılacak, bitti yaz.
Rica ettikse de,pek aldırmadı sözümüze,
Üstelik gülümseyerek baktı yüzümüze, Hoca ben ancak bu kadar yapıyorum,
Üstelik baskıda istemiyorum,
Heri geri derken lafımız karşılaştı,
Etrafımızda kiler bile bu işe şaştı,
Çünkü babalarımız samimî dost tu,
Aralarında sevgiden başka bir şey yoktu,
İlerledi tartışmamız,oradakiler ayır dı bizi,
Ancak tartışmada yoktu,bir küfür sözü,
Duymuş babası geldi gel oğlum yanıma,
Bir hikâye anlatayım da ders olsun anlayana,
Bin dokuz yüz ellide kaybettik muhtarlığı,
Seçilen muhtarıma hiç yoktu bir varlığı,
Fakir mi fakir, havalımı havalı,
Benim altı oğlanı nasıl durdurmalı?
Belli ki nizah , gürültü oluyor, olacak,
Belki de sonu çok kötü günlere kalacak.
Çocukları topladım gerekeni söyledim,
Ama hırı gürü gene de önleyemedim,
Baktım cinayet getirecek bu sonuç,
Bastım nefsime,dedim muhtarla konuş,
O Zaman bir otobüs çalışırdı bu hatta,
Tüm bu taraf köylüler binerdi,üst üste olsana.
indi bizim muhtar, otobüsten kasılarak
Biride arkadan çekivordu ,asılarak,
Yaklaştım yanına ey oğul dedim,
Seninle biraz konuşmak istedim,
Bu köy hepimizin,durumun belli,

 Günde harcarsın Boğazlıyan da, kırk elli„

BANA GÖRE

                BANA GÖRE      

Artık Osmanlının  son dönemleri,  
Yavaş yavaş bitmektedir, eski demleri.
Üst kademe bile basit işlerle uğraşır,
Öbür tarafta ise, dünya ile savaşır.
Anadolu’nun her yanı karman çorman,
Anadolu Türk’ünde kalmamış derman.
Aklı yeten herkes ülkeyi önemsiyor,
Her türlü yollarla kurtulmayı benimsiyor.
Bunlardan biri de Deli Muharrem Hoca,
Öğrenci okutmak istemiş Felahiye’de çokça,
Ancak bu fakirin hiç bir olanağı yokmuş,
Amma okumak isteyen öğrencide çokmuş.
Bunların yatacak yiyecek gereksinimleri var,
Düşündükçe basma gelirmiş dünya dar.
Bîr yol bulmuş sonunda, zenginden almak»
Yokmuş başkaca da ellerinde olanak.
Sonunda Padişaha şikâyet etmişler bunu,   
“Bizden zorla alıyor yağı, bulguru, unu” Padişah ferman etmîş,bu adamı getirin,
Derdi meramı neymiş hemen bana yetirin
Hoca varmış saraya, aç perişan bir köşeye büzülmüş,
Toplanan Ulema meclisine, bakmış bakmış üzülmüş.
Sormuş bîrine usulca bu meclîs niye,
Çözümlenemeyen bir sorun mu var diye.            
- Ah arkadaş hiç sorma,Hünkarımın başı dertte,
Bîr yemin etmiştir ,akşam olan vakitte.
Hanım Sultan a ;y atağıma gel hemen,,
Canım çekti, seni işim var senlen.
- Hünkarım apdestliyim, şu namazı kılayım,
Namazım bîtsinde hemen geleyim.
Diyerek hemen namaza durmuş,
İşte bundan sonrada olanlar olmuş.
- Eğer namazdan sonraya kalırsan, boşarım seni,
Bu hareketinize kızdırdın beni,
Hanım Sultan bunu tahmin edememiş,gelmemiş,
Padişahta sen benden boşsun demiş.
Bir süre sonra pişman olmuş boşsun dediğine,
Tekrar  nasıl kavuşma,yolu nedir sevdiğine,
Tüm din yetkililerine bunu sormuş,
Yok mu bunun başka bir yolu diyormuş,
Herkes aynı şeyi söylemiş:Boşsun
Başka türlü olmaz hünkarım ,canın  sağ olsun.
Deli Muharrem Hoca hemen kalkmış yerinden
Teman nah etmiş,bir selâm vermiş ta içten ve derinden.    - Padişahım ben Felahiye li Delî Muharrem Hoca yım,
İzin verirseniz eğer, derdinize derman olayım, Emretmişsiniz,hemen geldim apar topar
     Önce sizin  sorununuza kafamdan şöyle bir çözüm çıkar.


Hanım Sultan bîr perdenin ötesinde seslice,
Bir namaz kılsın,hepimiz dinleyelim birlikte.
Adaba erkana uyuyorsa namazı onun,
Başka bir seçeneği de kalmamış bunun.
Yok eğer uymuyorsa erkana,o zaman namaz olmuyor demek Bunun sonucunda da boş olmamak gerek,
Ulema meclisi bu düşünceyi kabul etmiş,
 Doğru biz  bunu nasıl düşünemedik denmiş,
 Padişah emretmiş, bu Muharrem Hoca ya,
Verile bu kuluma çokça paye.
Allah razı olsun Hünkarım, bağışlayın benî,
 Öğrencilerim içîn isterim ,lütfunu ihsanını
 Hoca çıkmış saray dan yanında ulema île,
 Seviniyormuş artık öğlencilerim rahat edecek diye.
 Ben buralarda böyle nasıl yaşarım,
 Kayseri den,Felahiye den, Toraman dan nasıl koparım

YEL KOVAN HABER VERİR

YEL KOVAN HABER VERİR      

        Yıllar önce iki arkadaş , bir beldede,     _
Birlikte doğup büyümüşler, aynı küllükte.
Bîr komşu kızı  vardı, yaşıttı, arkadaşıydı bunlara,
Her oyunda, her yerde yanlarındaydı onların.
Yaşları artık yavaş yavaş büyüyor, genç oluyorlar,
Kaçamak bakışlarla bazen hayal kuruyorlar,
Her iki arkadaş ta bu kıza tutkun,
Konu açılınca, her ikisi de oluyor suskun»
Söylenir,konuşulur, gençlik sözleri.
Birine takılmaktadır, güzel kızın gözleri.
Kıza yaranmak için çoğu şeyler yapılır,
Sonrasında anlamlıca? şöylecene bakılır.
Delikanlı olurlar bunlar artık evlenecek,
Güzel kızımız acaba hangisini seçecek?
Bîrini seçer sonunda, onunla evlenir,     
Öbür arkadaşa da sen sağdıç ol denir.
Artık çocukluk geride kaldı, geçinmek gerek
Hanım, doğacak çocuk, yiyecek, giyecek isteyecek
Burada iş yok, başka yere gidelim derler,
İki arkadaş bîr olup çalışmaya giderler,
Giderler yaya yapıldak, varırlar Konya ya,
Çırak olarak girerler birer ağaya.
Bir sure orada çalışır, kazanırlar,
Ara sıra sıla hasretî ile de sızlanırlar
Biter işleri, alırlar paralarını,düşerler yola,
Öyle hızlı giderler ki,bakılmaz ,sağa sola,
Aldıkları hediyeler çıkın çıkın ellerinde,
Konuşulur beldelerî,her şey dillerinde,
Bir yerde mola verirler her taraf ıssız,
Uzanırlar yere, yorgun ve uykusuz.
Her ikisi de uyur ama bekar olan hemen uyanır?
        Kamasını çeker, arkadaşının boğazına dayanır,  
     – Seni öldüreceğim, o kızı ben sevmiştim,
Benim alacağımı daha önce de söylemiştim,
Şimdi burada seni öldüreceğim,
Karını ben alıp yüzümü güldüreceğim.                
  –   Gel arkadaş Öldürme, nasıl olsa duyulur
         Yelin kaldırdığı şu yelkovan bile haberci sayılır,  
    –   Kimse haber veremez der.bıçağı  basar,
Oğlanın her tarafından oluk gibi kanlar akar.
Üzerinde ne varsa alır,atar onu çukura,
Burada durmak mı,artık hak getire.
Varır köye, ağlayarak anlatır, hastalandı öldü arkadaşım,
Boğazımdan geçmedi günlerce ekmeğim, ,aşım.
Şu yeni doğan çocuk için ağladım,
Yetimine bakacağım diyerek başında el bağladım.
Evlenirler kadınla yıllar geçer aradan,
Tarlada çakşırken bîr yelkovan geçer oradan


Gülümser adam, kafasını sağa sola saflar,
     Der hey gidi günler, eski zamanlar
     Kadın sorar ne oldu, anlat bana,
     Yok bir şey hamımın, anlatamam sana.
Anlat bakalım adamım, ölüm yok ya ucunda,
Israr ederek hanım, anlattırır sonunda,
       Yıllar önce kocanı öldürürken, o demişti bana,
        Arkadaş öldürme beni güvenme şu yelkovana,
       Nasıl olsa haber verecektir benden doğana,
       Öcümün alınacağı artık yayılır zamana,
       Ya...demek  onu sen öldürmüştün,
Bende senden çoğu zaman şüphelenmiştim.
Şimdi onun öcünü alıyorum,al sana,
Kimse merhem olamaz artık senin yarana. Seninde onun gibi kanların akacak,
Ve sonunda çırpınarak canın çıkacak, Görülmeyen  şeyleri duyulmaz sanma.
Eğer sabrederek bırakmıştan zamana.